Balyoz esiri kahraman subaylarımızdan denizci Kurmay Albay Tayfun Duman cezaevinden mektup
yollamış… Denizde gemimde olduğum için mektup elime geç ulaştı… Çok önemli
olduğu için okuduktan sonra paylaşma gereği duydum…
TSK’nın, özellikle Deniz Kuvvetlerimizin uyduruk
davalardan sonra yaşadığı içler acısı durumun, savaşma gücünü neredeyse tamamen
kaybedişinin özeti olarak görebilirsiniz bu belge niteliğindeki mektubu.
Sayın Cem Akkılıç bey
İsmim Tayfun Duman sizi saygıyla selamlıyorum. İçinde
bulunmuş olduğumuz BALYOZ davasını öğrenmek isteminizden dolayı şükranlarımı
sunuyorum. Size Hadımköy’de bulunan Askerî Cezaevinden yazıyorum. Biliyorum, bu
mektubu MALTEPE Askerî Cezaevinden bekliyordunuz, ama
BALYOZ davası mağduru
subaylardan muvazzaflar MALTEPE, HASDAL, HADIMKÖY, ŞİRİNYER, MAMAK Askerî
Cezaevlerinde esir tutulmaktadır. Sayın Yılmaz Özdil’in çağrısına o kadar çok
vatanseverimiz başvurdu ki, bizler sizlere bir an önce cevap verebilmek için
cezaevleri arasında bu kişilerin adreslerini paylaştık.
Cem bey, bu mektubu size el yazısı ile yazamadığım için
öncelikle sizden özür dilemek istiyorum, ama inanın el yazım çok kötü, burada
yazdıklarımın çok iyi okunabilir olmasını istedim ve size cezaevinin bizlerin
kullanımına vermiş olduğu bilgisayarla yazıyorum, umarım beni bağışlarsınız.
Size biraz kendimden bahsetmek istiyorum. Ben Deniz Kurmay Albay Tayfun Duman’ım.
Deniz Kuvvetlerinde mesleğimin en verimli çağında iken, 4 Haziran 2009 günü
evim ve iş yerim Ergenekon Terör Örgütüne üye olduğum iddiasıyla Poyrazköy
Davası kapsamında arandı. Bu aramadan yaklaşık 1.5 ay sonra, kamuoyunda
Amirallere suikast olarak bilinen dava kapsamında Değirmendere’de Teğmenlerin
evinde bulunan patlayıcıların arasındaki sözde suikast notunda ismim çıktı.
Daha sonra zamanın Deniz Kuvvetleri Komutanı bu davalara dayanamayarak intihar
eden Berk Erden Albayımızın cenazesinde
‘’Bana suikast düzenleyeceği iddia
edilen iki albay, bana bir hücum olursa, bana bir mermi sıkılırsa, bana göğsünü
siper edecek arkadaşlardır’’ dediği iki albaydan birisi benim. Bunlardan bir
şeyler çıkartamayan hainler sonunda BALYOZ davasını buldular ve ismimi bu
davaya yapıştırarak 11 Şubat 2011 tarihinde tutuklanmamı sağladılar ve
rahatladılar. Anlayacağınız 2009 yılının ikinci yarısından tutuklanana kadar
geçen dönemde yandaş basında devamlı boy gösteriyordum. Balyoz Davasından 16
yıl cezam onandı, Poyrazköy Davası ile ilgili olarak Çağlayan Adliyesine 2-3
ayda bir gidip geliyorum. Merak ederseniz çok eğlenceli bir dava sizleri de
bekleriz.
Ben bu davalar ile uğraşırken bir yandan da, her deniz
subayının hayalinde olan Donanmadaki tüm fırkateynlerin bağlı olduğu Harp
Filosu Komutanlığı Kurmay Başkanlığı ve 3.Muhrip Filotillası Komodorluğu
görevlerini yürütüyordum. Anlayacağınız bir ayağım Beşiktaş’ta, bir ayağım
Gölcük’te olacak şekilde iki işi aynı anda götürüyor idim. 20 yıllık çok mutlu
bir evliliğim ve halen 7. sınıfta okuyan bir kızım var.
Davamız YARGITAY’da onandıktan sonra emekliliğimi
istedim. Yakın zamanda buradan ‘’Silivri
Zulümhaneleri’’ ne sevk edileceğiz. Bizler, Balyoz iftirasından mağdur Türk
subaylarıyız. Bize üzülmenizi değil, sadece gerçekleri bilmenizi istiyoruz. Bu
nedenle size bu davadan biraz bahsetmek istiyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi,
siyasi bir davanın içine düşmüş bulunuyoruz ve taraflı işleyen adalet çarkları
arasına sıkıştık kaldık.
Bu davalar devletin çeşitli birimlerinde görev yapan ve
hedeflerini daha sonra açıklayacağım bir komplo çetesi tarafından kurgulanmış
davalardır. Davalar diyorum çünkü Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Casusluk, Gizli Belge davalarının hepsi hemen
hemen aynıdır. Bu davalar küresel güçlerin, çağdaş, demokratik, laik Türkiye
Cumhuriyetini istekleri ve menfaatleri doğrultusunda kullanabilecekleri;
ülkemizi ve milletimizi Ortadoğu batağına saplanmış, üçüncü dünya ülkesine
dönüştürme projeleridir. Sahte ve sadece digital deliller kullanılarak
oluşturulmuştur. Hiç birisinde ıslak imza yoktur.
Balyoz davası ile ilgili araştırmaları eğer açık
oturumlarda izlediyseniz, çoğu cemaat maşası sözde gazetecilerin, bizleri ‘’bunlar hükümete darbe girişiminde
bulundu’’ diye suçlarken, 2003 yılında 1. Ordu Komutanlığında yapılan
semineri ve bu seminerde geçen konuşmaları ortaya sunarak kendi görüşlerini
desteklediklerini duymuşsunuzdur. Ama bu seminere sadece ve normal olarak Kara
Kuvvetleri mensuplarının katıldığı, bu seminere katılan 162 kişiden sadece
48’inin bu davaya sanık olarak dahil edilerek mahkûm edildiği ve bunlardan
15’inin de YARGITAY tarafından cezalarının kaldırıldığı bir gerçektir. Yani bu
sözde gazetecilerin bizlere yönelttiği suçlamalara ilişkin biri muvazzaf olmak
üzere 33 karacı subay/general şu an cezaevindedir.
Peki, bu davadan ceza almış olan diğer 204 kişi?
Bunların büyük çoğunluğu (134 kişi) benim gibi denizciler; diğer 70’ini ise
sırası ile Havacı ve Jandarma mensupları oluşturmaktadır. Bu 204 kişinin
seminerle hiçbir ilgisi yoktur. Bu 204 kişi sadece adlarına düzenlenmiş sahte
bir takım digital deliller ile suçlanmış ve 16-20 yıl arasında hapis cezasına
mahkûm edilmiştir. Bu sayılardan da açıkça görülmektedir ki sanki darbeyi
DENİZCİLER yapacakmış!.. İnsana bu yaşananlar bir komedi oyununun senaryosuymuş
gibi geliyor.
Açık oturumlarda bu davayı hararetle destekleyen
gazetecileri takip ederseniz, 204 kişinin ceza aldığı, digital delil konusu
açılınca en kısa zamanda konuyu değiştirerek, sözü dönüp dolaştırıp seminere
getirmekte olduğunu fark edersiniz. Çünkü gerçek bir demokrasinin hüküm sürdüğü
bir ülkede digital bir delil, delil kabul edilemez.
Şimdi sizlere digital delilleri çok kısa açıklamaya
çalışacağım; adresinizi e-mail vasıtası ile sayın Özdil’e gönderdiğinize göre,
bilgisayar kullanmayı biliyorsunuz. Bilgisayarınızda bir word dosyası açtığınızı farz edin, bu dosyaya ‘’Darbe sonrası
Ahmet, Mehmet tutuklanacaktır vs..’’ yazın ve altına imza bloğu olarak ta
sevmediğiniz birisinin ismini yazın. Kâğıda çıktı (print) alıp kendisine
imzalatmaya hiç ihtiyaç yok (yüzlerce kişinin sanık olduğu BALYOZ davasının
digital delillerinin bilgisayar incelemesinde görülüyor ki, hiçbir digital
dosyanın kâğıda çıktısı alınmamış ve dolayısıyla imzalanmamış). Bu dosyayı
taşınabilir bir diske kaydedin, bu diski herhangi bir yere koyarak (en güzeli
sevmediğiniz kişinin iş yeri olabilir) ve bunu polise ihbar edin. Bitmiştir,
inanın şu an geldiğimiz aşamada bu kadar basit artık, bu kişi bizimle beraber
16-20 yıl arası hapis cezasına çarptırılabilir. Çünkü bizlerin ceza almasına
neden olan deliller bundan hiç farklı değildir. Ne yazık ki bu digital verileri
Donanma Komutanlığı Karargâhına koyan da bu Karargâhta çalışan biri, yani Deniz
Kuvvetleri personeli.
Bizler tutuklandıktan sonra başta Genel Kurmay
Başkanımız ve Başbakan olmak üzere herkesin ağzından ‘’yargı süreci devam ediyor’’ sözlerini duydunuz. Ama bizler ve
diğer siyasi dava esirleri için İLERİ DEMOKRASİNİN? vazgeçilmezi, çok çok özel
yetkili mahkemeleri (aslında tiyatroları) kurulmuştu. Bu tiyatrolarda umutsuzca
kendimizi savunduk, çünkü gidişatı anlamıştık.
Bizlerin mahkûm edilmesine yol açan digital delillerin içindeki yazılar o kadar tutarsız ve baştan sağma hazırlanmıştı ki, adeta ben sahteyim diye bağırıyordu. Ama mahkeme hiç birini bir bilirkişi incelemesine tabi tutturmadı. Ayrıca bu delillerin digital veri yolları ile oynanmış olduğu çok barizdi, ama yine mahkeme bunları bir uzmana inceletmedi. Suçsuzluğumuzu ortaya koyabilecek bir çok tanık çağırdık, ki en meşhurları hiç şüphesiz Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’dır. Fakat mahkeme hiç birini çağırmadı, bu büyüklerimizi(???) biz çağırdık, gelin tanıklık edin dedik gelmediler. Anlaşıldı ki bizlere ceza verilmesine daha mahkeme süreci başlamadan karar verilmişti. Sonunda da gördük k, Türk Milleti adına, yani sizin adınıza karar veriyoruz diyerek, bizleri mahkûm ettiler.
Sizler görseydiniz, bilseydiniz buna müsaade etmezdiniz, ama bizleri SİLİVRİ’de yargılayarak, bu davayı gözlerinizden kaçırdılar. Çünkü davanın kurgulanmasında başka bir takım hedeflerde vardı, özetle en önemli üç tanesi:
Bizlerin mahkûm edilmesine yol açan digital delillerin içindeki yazılar o kadar tutarsız ve baştan sağma hazırlanmıştı ki, adeta ben sahteyim diye bağırıyordu. Ama mahkeme hiç birini bir bilirkişi incelemesine tabi tutturmadı. Ayrıca bu delillerin digital veri yolları ile oynanmış olduğu çok barizdi, ama yine mahkeme bunları bir uzmana inceletmedi. Suçsuzluğumuzu ortaya koyabilecek bir çok tanık çağırdık, ki en meşhurları hiç şüphesiz Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman’dır. Fakat mahkeme hiç birini çağırmadı, bu büyüklerimizi(???) biz çağırdık, gelin tanıklık edin dedik gelmediler. Anlaşıldı ki bizlere ceza verilmesine daha mahkeme süreci başlamadan karar verilmişti. Sonunda da gördük k, Türk Milleti adına, yani sizin adınıza karar veriyoruz diyerek, bizleri mahkûm ettiler.
Sizler görseydiniz, bilseydiniz buna müsaade etmezdiniz, ama bizleri SİLİVRİ’de yargılayarak, bu davayı gözlerinizden kaçırdılar. Çünkü davanın kurgulanmasında başka bir takım hedeflerde vardı, özetle en önemli üç tanesi:
- Türk Silahlı Kuvvetlerini etkisizleştirmek,
- Gelecekte TSK içinde üst yönetim kademelerine gelecek Kemalist yurtsever çizgisinden ödün vermeyecek subay, amiral, generalleri tasfiye etmek,
- Gelecekte çıkarılacak KCK/PKK ve hatta belki de ÖCALAN’ın affında, kamuoyu vicdanında terazinin diğer kefesine konmak için. (Şuna eminim, çıkarılacak bir PKK affında bu siyasi davaların esirlerinin adları kullanılacak, affı PKK için değil bu subaylarımız, gazetecilerimiz, akademisyenlerimiz için yapıyoruz diyecekler.)
Avukatlarımız bu davanın temyizi için Yargıtay’a
gittiğinde, duruşmaları izleyen yakınlarımız bize, oradaki hâkimlerin,
savunmalarımızı ne kadar dikkatle dinlediklerini, hatta not bile aldıklarını ve
hakka, hukuka uygun bir karar verecekleri izlenimini edindiklerini anlattılar.
Biz de sevindik ve umutlandık. Meğer ne safmışız. Birilerinin, tüm adalet
sistemini çökertmek pahasına da olsa, bizleri mahkûm etmeyi akıllarına
koyduklarını nereden bilebilirdik. Savunmalarımız, tanıklarımız, bilirkişilerin
ifadeleri… Hiç biri dikkate alınmadı. Yıllarca devletine ve milletine hizmet
eden bizlere, üzerimize atılan iftira karşısında adil yargılama hakkını bile
çok gördüler. YÜKSEK YARGI, bir masumun özgürlük hakkının en son güvencesidir.
YARGITAY’ın bile hukuken değil de siyaseten karar verdiği bir ülkede, masumun
haklarını kim koruyabilecek, çok acı değil mi?
Nerede hukuk bu kadar çiğnenirse, nerede adalet bu
kadar gecikirse, nerede bir dava bu kadar siyasallaşırsa orada insanlar ayağa
kalkarlar, sizin gibi… Mahkeme ne derse desin, bu dava bizce halkın vicdanında
ve tarih önünde kazanılmıştır. İlginiz ve yaşadığımız bu zulme kayıtsız
kalmamanız bize güç verdi.
İftiradan ve adaletsizlikten uzak çağdaş bir Türkiye’de
yaşam sürmeniz dileğiyle, saygılar sunarım.
İMZA
Tayfun Duman
*
Mektup Başbakanın ‘’TSK’ya
cemaat tarafından kumpas kuruldu’’ diyerek gerçekleri itiraf etmesinden önce
kaleme alındığı için, Kurmay Albay Tayfun Duman tarafından haliyle
değerlendirilmemiş.
Kim bilir; esir kahramanlar KUMPAS KURULDU itirafından
sonra nasıl bir ruh haline girdiler acaba!..
Cem
Akkılıç
7
Şubat 2014
7 yorum:
TSK göz göre resmen yok edildi.Anlam veremediğim şey ise kumpas olduğunu itiraf etmelerine rağmen neden bu konutanlar hala içerideler..
derviş dervişe sırayla binermiş.zaten suçsuz olduklarını bütün Türkiye kabul ediyor.gün gelir devran döner sözü bugünler içinmiş ama asıl önemlisi türkiye kaybetti.
5 yıllık tutukluluk yeter yasası çıkaracağım ama benim elimle seçtiklerim yararlanacak sadece!!!.. Yesinler bunların hukukunu..
türk ordusu ne kadar acizöişki imamnın ordusuna karşı aciz kalıp evlatlarını koruyamadı.sarı öküzü vermeyeceklerdi.
sadece yazık..bir millet askerine nasıl sırt çevirebildi.yazık.
yargının içine sıçtılar.kimsenin hukuka güveni kalmadı.bunu akp taraftarları bile dillendiriyor artık.
Maden öyle orduyu lağvetsinler.ne gerek var değilmi.zaten paşalarda silah arkadaşlarına sahip çıkmadı.
Yorum Gönder