Cem Akkılıç

Biz cumhuriyeti sokakta bulmadık ki; "buyurun gelin yıkın diyelim!.. " Cem Akkılıç Ne mutlu Türk'üm diyene!

Namaza başlayan kaptan...


İstanbul kışın en sert zamanlarını yaşıyor, şubat ayı karlı ve soğuk geçiyordu... Marmara bölgesi şiddetli lodos fırtınasından sonra kar yağışları altında kalmış, Hayalet Gemi'de bembeyaz olmuştu...

Lodos sonrası ani hava değişimi balıkçı Bedik'i yatağa sermişti ve günlerdir yakıt ve kumanya getiremiyordu... Soğukla beraber kıtlık belası çekmeye başlamıştım... 

Bisküvilerin, dibi görünen reçel kavanozlarının ve C vitamini için sürekli tükettiğim portakal ve limonların sonu gelmişti... Daha kötüsü; içme suyu bitmek üzereydi. Balıkçı Bedik'in kumanya ile birlikte bidonlara doldurup getirdiği mazot ise çoktan bitmişti... Karada yaşayan insanlar için mazot pek önem arzetmezdi... Gemide ise mazot her şey demekti...
Son bir kaç gündür Zeytinburnu açıklarında terk edilmiş Hayalet Gemi'de inzivaya çekilmiş biri olmaktan çıkmış, kurtarılmayı bekleyen kazazedelere dönüşmüştüm...

*

Avrupa ülkelerinde çeşitli nedenlerle bağlı kalan ya da ceza alıp limandan ayrılamayan Türk gemileri, kumanya bittiği zaman açlıkla yüz yüze kalırlardı... Genellikle kilisenin yiyecek yardımlarıyla yaşamını sürdürürdü personal... Türk armatörler, bağlanan gemilerinden umut kestikleri için gemiye kumanya yollatmazlardı... Sefalet diz boyu olurdu gemilerde...

Bir de Erdal Şenkaya gibi "katil" armatörler vardı tabi...

Neredeyse her yıl bir hurda gemisini batırıp, ardından insan hatası bahanesini uydurur ya da kaza süsü verirdi... Bir defasında personelden dört kişi denizde kaybolmuştu... Tabi Şenkaya batırdığı her gemisi için sigortadan milyonlarca lira para alıyordu...

*

İki gündür ağzıma lokma koymamıştım... İçme suyu bitmiş, güverteden topladığım karları mutfaktan aldığım tencerelerin içine doldurmuştum... Kar suyu içecektim...

*

Gemi adamı simsarı Muzaffer Doğşat Üsküdar'da büro açmış, geçmişi karanlık armatörlere personel yolluyordu... Ekmek parası kazanma uğruna insanlar ceplerindeki son parayı simsar Muzo'ya veriyorlar, gittikleri hurda gemilerde hem maaş alamıyor hem de kumanyasızlıktan açlık çekiyorlardı... Beğenmeyenler için kapı açıktı. Nasıl olsa memleket işsiz doluydu...
Kaptan stajyerleri ya da çarkçı stajyerleri stajları yanmasın diyerek bu kâbusa katlanıyorlardı... Bunun adı yeni Türkiye'de "yeni kölelik" sistemiydi...

Türkiye son yıllarda her anlamda bozulmuş, çürümüştü. Bu yozlaşma uzun zamandır denizcilik sektörüne de bulaşmıştı... Üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin denizcilik sektörü yerlerde sürünüyordu...

Şeytanın aklına gelmeyecek plânlar yapan paragöz armatörleri ve simsarları engelleyecek, ceza kesecek bir hukuk sistemi yoktu memlekette... Hukuk olmayan ülkede; orman kanunları işlerdi... Ben de bu pislikleri ortaya çıkartmaya yemin etmiştim...

*

Bir sabah Muzaffer Doğşat'ın bürosuna gittim... Herifin biri büronun ortasında yere kapaklanmış namaz kılıyordu... Geçtim oturdum koltuklardan birine... Namaz kılan bu adam; kaptan Ersoy Şakar'ın ta kendisiydi... Namaz kılmak uzun zamandır bu ülkede bir nevi "masumiyet" ve işlenen suçlardan "yırtma" aracı haline gelmemiş miydi?.. Bir adam namaz kılıyorsa, suç işlemezdi!..

Ersoy beni görünce ufaktan afalladı... Daha önce bir kaç defa Kadıköy'de meyhanelerde "biralama" yapmıştık... Sıkı içerdi...

Hangi rüzgâr atmıştı buralara Ersoy kaptanı acaba?..

Yaklaşık bir ay önce Hollanda'ya giden Ersoy, çalıştığı şirket adına ikinci el bir gemi almıştı... Altı aylık kontratı dolmadan bir ay içinde dönmüştü ve şimdi karşımdaydı...

Elinde tespihi, kafasında beyaz takkesi ile afallamış vaziyetteydi...

Kahkahayı basmamak için zor tuttum kendimi. O da anlamış olacak ki; hafiften gülümsedi...

Sahi hangi rüzgâr atmıştı Ersoy'u buraya?!.. Hem de Muzaffer Doğşat'ın bürosuna!..

*

Muzo daha önceki görüşmemizde hurda bir geminin batırılacağını ve gemiye personel yollayıp, armatörden elli bin dolar alacağını söylemişti...

Gemiler belli bir personel sayısı olmadan sefere çıkamazlardı...
Tüm ısrarlarıma rağmen batırılacak geminin adını vermiyordu Muzo... Çünkü benden ciddi olarak huylanmaya başlamıştı...

*

Madem Muzaffer Doğşat Pandora'nın Kutusu'nu açmakta direniyordu, kiliti kırıp ben açmalıydım...

Bu şahıs "simsarlık işinde" henüz çok yeniydi... Çalıştığı armatörler genelde denizcilik sektörünün kara listesine girenlerden oluşuyordu...

Yanında bir de ortağı vardı... Adem Kokoç...
Erdal Şenkaya isimli armatörün damadıydı Adem Kokoç... Yunanistan açıklarında kayınpederine ait "Erol Şenkaya" gemisini batırmış, sabotajdan haberi olmayan personelden iki kişi can vermişti... Şenkaya'da sigortadan yüklü miktarda para almıştı... Çarşaf gibi denizde batırılan gemi için "yük kayması" bahanesini uydurmuşlardı...

Bu katiller neredeyse her yıl bir gemi batırıyorlardı... Banka kredileriyle aldıkları hurda gemileri bir iki yıl çalıştırdıktan sonra batırıp, sigorta şirketlerinden aldıkları paralarla servet kazanıyorlardı...

Adem Kokoç görevini yerine getirmiş, denizi bırakmıştı... Siyah buruşuk ceketi ve yakası daima kirli beyaz gömleği ile pavyon fedailerini andırıyordu...

Ve şimdi katil damad Adem Kokoç simsar Muzaffer Doğşat'ın iş ortağıydı... Batırılacak gemi için yeni personeller toplayacaklardı...
Gittikçe fakirleşen ülkede, işsizlik belasindan dolayı "yeni kurbanlar" bulmaları çocuk oyuncağıydı...

Taşlar yerine oturuyordu ama kaptan Ersoy Şakar neden apar topar Hollanda'dan çağrılmıştı?!.. Bir kaptanın kontratını bitirmeden gemisinden ayrılması çok ender görülen bir durumdu... Ersoy'un çağrılmasında bir bit yeniği vardı!..

*

Meseleyi bir süre sonra kaptan Ersoy Şakar'ı küfelik oluncaya kadar içirdikten sonra öğrenecektim... İçkiye zaafı vardı ve maddi zorluklar çekiyordu... Evine yüklü miktarda borçları yüzünden haciz geldiğini söylüyordu... "Gel biralama yapalım" teklifime balıklama atlamıştı...

Ersoy kimseye maaş ödemeyen armatör Erdal Şenkaya'dan, daha önceden birikmiş tam yedi maaşı olduğunu söyledi... Alacaklarını kurtarma umuduyla Hollanda'dan dönmüştü... İkinci kapatan olarak "Tayyar Şenkaya" gemisine gidecekti...

Artık batırılacak geminin ismini öğrenmiştim... "Tayyar Şenkaya" gemisiydi...
İkinci kaptan olarak gitmesi ise sorumluluğu üstlenmemek için olmalıydı... Yılların kaptanı neden ikincilik yapacaktı ki?!.. Şeytan bunların yanında çırak kalırdı...

Pandora'nın Kutusu açılmıştı... Tezgâh ortaya çıkmıştı...

Armatör Erdal hurda gemisini batıracak, simsar Muzo personel ayarlayacak, Ersoy'da ikinci kaptan olarak gemiyi batıracaktı...

Üç kuruş maaş için gemiye gönderilen  ve başlarına neyin geleceğini bilmeyen zavallı emekçilerin yaşamlarının bir önemi yoktu elbette!..

İnsan dediğin neydi ki yeni Türkiye'de?!..

*

Yaklaşık iki ay sonra Ukrayna'da Odessa Limanı açıklarında demirde beklerken, uydu TV'den TRT haberlerini izlediğimde; Tayyar Şenkaya gemisinin "yük kayması" sonucu Antalya açıklarında güneşli ve çarşaf gibi bir denizde battığı haberini öğrendim...

Bir kaç yıl sonra katil armatör Erdal Şenkaya bu dünyada işlediği suçların bedelini ödemeden öldü... Gazetelere büyük boy vefat ilânları verdiler... 

Katiller çetesi cenazesinin başında saf tutup, namazlarını kıldılar... 

CEM AKKILIÇ
11 Mayıs 2017

Bir önceki bölüm için buraya bakın

Bir sonraki bölüm için buraya bakın. 





3 yorum:

Adsız dedi ki...

bu şahıs muzaffer doğşat bana iş bulma garantisi vermişti. 200 dolar isrwdi. adını araştırdım ve yazınıza ulaştım. demek az kalsın beni de çarpacakmış. denizci arkadaşlar uyanık olsun. simsar ve bunun gibilere aldanmasınlar.

Denizcilik simsar dedi ki...

Yarabbim bizi Muzaffer Doğşat gibilerden kurtar.Simsarlar neden devlet tarafından engellenmiyor, aklım almıyor.Çok emekçinin canlarını yaktı bunlar.Kimse iş bulma vaadlerine inanıp simsar milletine para kaptırmasın. Denizcilik sektöründe çok var bunlardan.

Adsız dedi ki...

Bence burada kilit adam kaptan Ersoy Şakar oluyor abi. Onun suçu da var. Kaptan çünkü.

Top Ad unit 728 × 90

Mehmetcik Vakfı