Cem Akkılıç

Biz cumhuriyeti sokakta bulmadık ki; "buyurun gelin yıkın diyelim!.. " Cem Akkılıç Ne mutlu Türk'üm diyene!

Hayalet Gemi'de korsanlar...

İstanbul ve Marmara bölgesinin kâbusu lodos fırtınası iki gün sürmüş ve bilanço ağır olmuştu… Boğazın çıkışında bir Römorkör'ün battığı kazada bir denizci hayatını kaybetmişti… Ölen bir deniz emekçisiydi ve bu coğrafyada insan hayatının, hele de emekçiyse hiç bir değeri yoktu… Yüz, on ya da bir… Sayının bir önemi yoktu…  Sonuçta kaybedilen bir insan canıydı…

Türkiye’yi iş kazalarından ölenler için; “güzel öldüler” diye yorumlayan çağ dışı kafalar yönetiyordu… Devletin tepesine çöreklenmiş bu gerici zihniyet, insan hayatını hiçe saymaktan öte; bir süredir toplumu kutuplaştırıyor, alenen bölücülük ve nefret suçu işliyordu…

Halkları birleştirici ve bir çatı altında toplayan cumhuriyet rejimi çoktan terk edilmiş, “kindar nesiller” yetiştirilmişti…

Hiç bir konuyu araştırmayan, peşin hükümlü, cehaletin pençesinde kıvrandığını bile idrak edemeyen geniş bir kitle vardı artık Türkiye’de…

Sözünü ettiğim kitle; hırsızlıklara, vurgunlara, peşkeş çekilen milli değerlere gıkını çıkartmıyor, fırsatını bulduğunda kendisi de çalıp çırpmaktan geri durmuyordu… Hırsızlık suç olmaktan çıkmış, “çalıyor ama yapıyor” deniliyordu… Böyle yönetilen bir ülkede namuslu insanların kafayı üşütmemesi işten bile değildi…

Ülkede giden kötülüklerden uzakta kalmak için bir süre inzivaya çekilmeye karar vermiş, bu nedenle Hayalet Gemi‘ye gelmiştim ya zaten…

*

Hayalet Gemi’de tek başıma fırtınayı atlatmıştım ama şimdi daha büyük bir dert vardı… Balıkçı Bedik ağır grip yüzünden evinde yatıyordu… 

Gemiye mazot ve kumanya sadece onun sayesinde geliyordu… Kıç taraftaki küçük jeneratör; “sevgilim” mazotu bitince öksürerek "stop" etmişti. Bu şu anlama geliyordu; Şubat ayının soğuğunda kamaramdaki “tek çubuklu” ısıtıcıyı çalıştıramayacaktım… Zaten mazotu idareli kullanmak zorunda olduğumdan sadece akşamları bir kaç saat kamaranın soğuğunu kırmak için çalıştırıyordum sevgilimi…

Kahve için su ısıtamayacaktım… Telefonu şarj edemeyecektim… Kumanya olarak tost ekmekleri, kaşar peyniri, reçel, bisküvi ve balık konserveleri tükenmek üzereydi… Balıkçı Bedik‘in daha ne kadar hasta yatağında yatacağı belirsizdi… Denizin ortasında, kimselerin nerede olduğumu bilmediği terk edilmiş bu gemide uzun zamandır yalnızdım…

*

Jeneratör devre dışı kaldığından dolayı elektrik yoktu gemide… Akşam olduğunda gemiye koyu bir karanlık çöktü… Dondurucu soğuk iliklerime işliyordu… Her taraf karanlıktı… Lumbuzdan baktığımda İstanbul ışıldıyordu ama ben şimdi terk edilmiş Hayalet Gemi'mde nemli battaniyeme sarılmış uyumaya çalışıyordum…

*

Ansızın bir tekne sesi ile irkildim… Motorunun sesi yaklaştı ve sonunda durdu… Bir ziyaretçiydi bu… Ama kimdi?..

Soğuktan kaskatı vaziyette yataktan kalkıp, karanlık koridorda sağa sola tutunarak lumbar ağzına çıktım… İki el feneri ışığı üzerime doğruldu… Teknedeki iki adam, iki halat arasına ağaçtan yapılmış basamakların düğümlendiği bir ip merdiven olan şeytan çarmığını bordodan sarkıtmamı istiyorlardı… Hayalet Gemi‘ye çıkacaklardı… 

Ama neden?!..

Semih gemide kimse yokken bir kaç soygun girişimi olduğunu ve makine dairesinden işe yarayacak malzemelerin çalındığını söylemişti…

Bordoma yanaşan teknedeki iki adamdan şişman kelli felli olan kendisini tanıttı…

“Ben sana komşu olan şu geminin çarkçıbaşısıyım” derken, bir eliyle de yaklaşık beş yüz metre uzakta olan küçük tonajlı kosteri gösteriyordu…
Bu ziyaretin sebebini öğrenmek istediğimde, ikinci adam söze girdi…

“Ben de makine lostromosuyum. Lodos fırtınasında seni dürbünle izledik… Tek başına çektiğin çileyi gördük… Şimdi de gemide ışık görmeyince meraklanıp geldik. Nasılsın iyi misin?..”

“Gördüğünüz gibi iyiyim… Ama önce şu el fenerlerini yüzüme doğrultmayın… Meraklanacak bir şeyim yok…” diye cevap verdiğimde, çarkçıbaşı söze girip; “gel seni bizim gemiye götürelim, yemek yersin hatta istersen banyo yapabilirsin” dedi…

Bu ne güzel bir teklifti… Uzun süredir banyoya, sıcak suya hasret kalmıştım… Yemek umurumda değildi… Şeytan çarmığını saldım, yan yatmış geminin kaygan güvertesine çıktılar…

Çarkçıbaşı, bu Hayalet Gemi’de nasıl yaşadığımı merak ediyordu… Lostromo hemen lafa dalıp, “bu gemi terk edilmiş, bir kaç işe yarar şey varsa alalım, seni görürüz” dediğinde sinirlerim hopladı, kan beynime sıçradı… Bu defa soğuktan değil, sinirden titriyordum…

“Bu gemi bana ait değil, satılacak bir şey de yok!.. Hemen terk edin gemiyi…” diye çıkıştığımda, çarkçıbaşı durumu anladı ve lostromoya eliyle sus işareti yaptı…

Maraza çıkartacağımı anlamışlardı çakma korsanlar…

*

İki adam geldikleri gibi gittiler…  

Bunlar yeni çağın, “yeni Türkiye’nin” korsanlarıydılar…
Lostromo giderken suratında haince bir ifade takınmıştı…

Bu nefret dolu ifadeyi iyi tanırdım!.. Nasıl olmuştu da bu ülkenin insanları bu hale gelmişlerdi?!.. Hırsızlık hem dini hem de ahlaki olarak büyük suç sayılırken, normal karşılanmaya başlamıştı…

Memleket topyekün yozlaşıyordu ve kimsenin buna müdahalesi olmuyordu…

*

Dondurucu soğukta eğimli güvertede öylece kala kaldım… Banyo güme gitmişti… Aslında bu çakma korsanların derdi benim banyo yapmam falan değildi… Gemide hayat belirtisi olmayınca soyguna gelmişler, beni fark edince banyo masalını uydurmuşlardı…
Yine de banyo hayali kurmak bile güzeldi… Bir hayli kirlenmişti vücudum… Evsizlere dönmüştüm Hayalet Gemi‘de…

*

Karanlık koridorda sağa sola tutunarak kamarama ulaştım. Nemli battaniyeme sarılıp uyumaya çalışıyordum… Gemi hafifçe sallanıyor, lumbuzun perdesini aralıyordu…

İstanbul’da kar başlamıştı… Yarın sabah her taraf bembeyaz olacaktı… Hayalet Gemi beyazdan ipeksi kıyafetini giyecek, kiri pası kapanacaktı…
Yağan bu kar asıl kötülüğü örtebilseydi keşke… Keşke…

Gemilerin pasına alışmıştım ama insanın kahpesine asla!..

CEM AKKILIÇ
28 Nisan 2017


Bir önceki bölüme buradan bakabilirsiniz. 
Bir sonraki bölüme buradan bakabilirsiniz. 




Hiç yorum yok:

Top Ad unit 728 × 90

Mehmetcik Vakfı