Okuyacağınız olaylar gerçektir ve hâlâ yaşanmaktadır... Hikâyenin ne sonu ne de başıdır ve bundan sonra devam edip etmeyeceği yaşanacak olaylara bağlıdır...
*
Bebek yüzlü yüzbaşı valizimden çıkan haritaların nereye ait olduğunu sordu... Şurası Mars, biraz ilerideki Satürn, köşede kalan ise Neptün diye cevapladığımda somurtup sınıfı terk etti...
Bu sınıf, Vietnam Ordusu'nun subay eğitim okuluydu ve hababam sınıfından farkı yoktu... Sabahtan beri bu adamların, savaşta Conilere nasıl kafa tutmuş olduklarını sorup duruyordum kendi kendime...
Az sonra yaşlı bir adam sınıfa girip, İngilizce öğretmeni olduğunu ve bebek yüzlü ile aramda tercümanlık yapacağını söyledi...
Bebek yüzlü tekrar sınıfa girdi ve tercümandan, valizimden çıkan kitabın kapağında yazanları okumasını istedi... Tercümanın ağzından henüz "Andrew Mango Ata..." kelimeleri dökülür dökülmez sözünü kesip, çekik gözlerini fal taşı gibi açarak, Mango mu?.. diye sordu... Evet; Mango diye cevapladı yaşlı adam...
"Atatürk" kitabının yazarı Andrew Mango'nun soyadı tropikal meyveye benzediğinden olacak, bebek yüzlü telaşlanmıştı...
Anlaşılan "Atatürkçü" olmak sadece Türkiye'de değil, dünyanın öbür ucu Vietnam'da da başıma dert açacaktı...
*
Zifiri karanlıkta sabaha karşı dört sularında nehir kenarındaki patika yolda son sürat giderken, binbaşının âni emriyle birden bire üç motorsiklet de durdu... Beş Vietnamlı hemen motorsikletlerden inip, nehri süzmeye başladılar... Bu anlık duruş, acaba neyin nesiydi?!..
Bebek yüzlü yüzbaşı, valizimi alıp nehir kenarına inmemi istedi... Bir an duraksadım ve cep telefonumu vermesini istedim... O esnada karanlık nehirde kıçtan takmalı motoru olan Kano bir kaç metre uzağımızdaki kıyıya yanaştı... Bebek yüzlü Kano'ya binmemi istedi... İtiraz ettiğimde; cep telefonun bende, vereceğim diyerek kendisi atladı tekneye ve ardından ben de atladım... Dengesini kaybeden bebek yüzlü Kano'yu sallayınca benim de dengem bozuldu ve üstüne kapaklandım... Uzaktan bakan birisi için komik bir görüntü olmalıydı ama hemen kıyıda bizi izleyen binbaşının yüzü gülmüyordu...
Nereye gidiyoruz diye sordum...
Bebek yüzlü cevap vermedi... Telefonumu tekrar istedim, bu defa verdi ve açtığım anda etrafa ışık yayacağı için derhal kapatmamı istedi... Endişeli bir ruh halindeydi ve neredeyse tit tir titriyordu... Kano'nun diğer ucunda oturan binbaşı her zaman olduğu gibi soğukkanlı somurtkan halini koruyordu...
Bir kaç dakika yol aldıktan sonra dar nehir kolu birden genişledi ve sazlıkların arasında bir kulübede durduk... Vietnam savaşı filmlerinde görebileceğiniz nehir ve cangıl sahnelerinin, bire bir gerçeğini yaşıyordum...
Az sonra yanımıza bir Kano yanaştı...
Kamboçya'dan büyükbaş hayvan taşıyan ahşap bir gemiyle Vietnam'a pasaportsuz geçmiştim ve şimdi bir Kano ile geri postalanacaktım, ya da...
*
Bebek yüzlü yüzbaşı valizimden çıkan haritaların nereye ait olduğunu sordu... Şurası Mars, biraz ilerideki Satürn, köşede kalan ise Neptün diye cevapladığımda somurtup sınıfı terk etti...
Bu sınıf, Vietnam Ordusu'nun subay eğitim okuluydu ve hababam sınıfından farkı yoktu... Sabahtan beri bu adamların, savaşta Conilere nasıl kafa tutmuş olduklarını sorup duruyordum kendi kendime...
Az sonra yaşlı bir adam sınıfa girip, İngilizce öğretmeni olduğunu ve bebek yüzlü ile aramda tercümanlık yapacağını söyledi...
Bebek yüzlü tekrar sınıfa girdi ve tercümandan, valizimden çıkan kitabın kapağında yazanları okumasını istedi... Tercümanın ağzından henüz "Andrew Mango Ata..." kelimeleri dökülür dökülmez sözünü kesip, çekik gözlerini fal taşı gibi açarak, Mango mu?.. diye sordu... Evet; Mango diye cevapladı yaşlı adam...
"Atatürk" kitabının yazarı Andrew Mango'nun soyadı tropikal meyveye benzediğinden olacak, bebek yüzlü telaşlanmıştı...
Anlaşılan "Atatürkçü" olmak sadece Türkiye'de değil, dünyanın öbür ucu Vietnam'da da başıma dert açacaktı...
*
Zifiri karanlıkta sabaha karşı dört sularında nehir kenarındaki patika yolda son sürat giderken, binbaşının âni emriyle birden bire üç motorsiklet de durdu... Beş Vietnamlı hemen motorsikletlerden inip, nehri süzmeye başladılar... Bu anlık duruş, acaba neyin nesiydi?!..
Bebek yüzlü yüzbaşı, valizimi alıp nehir kenarına inmemi istedi... Bir an duraksadım ve cep telefonumu vermesini istedim... O esnada karanlık nehirde kıçtan takmalı motoru olan Kano bir kaç metre uzağımızdaki kıyıya yanaştı... Bebek yüzlü Kano'ya binmemi istedi... İtiraz ettiğimde; cep telefonun bende, vereceğim diyerek kendisi atladı tekneye ve ardından ben de atladım... Dengesini kaybeden bebek yüzlü Kano'yu sallayınca benim de dengem bozuldu ve üstüne kapaklandım... Uzaktan bakan birisi için komik bir görüntü olmalıydı ama hemen kıyıda bizi izleyen binbaşının yüzü gülmüyordu...
Nereye gidiyoruz diye sordum...
Bebek yüzlü cevap vermedi... Telefonumu tekrar istedim, bu defa verdi ve açtığım anda etrafa ışık yayacağı için derhal kapatmamı istedi... Endişeli bir ruh halindeydi ve neredeyse tit tir titriyordu... Kano'nun diğer ucunda oturan binbaşı her zaman olduğu gibi soğukkanlı somurtkan halini koruyordu...
Bir kaç dakika yol aldıktan sonra dar nehir kolu birden genişledi ve sazlıkların arasında bir kulübede durduk... Vietnam savaşı filmlerinde görebileceğiniz nehir ve cangıl sahnelerinin, bire bir gerçeğini yaşıyordum...
Az sonra yanımıza bir Kano yanaştı...
Kamboçya'dan büyükbaş hayvan taşıyan ahşap bir gemiyle Vietnam'a pasaportsuz geçmiştim ve şimdi bir Kano ile geri postalanacaktım, ya da...
*
Bebek yüzlünün heyecanı boşuna değildi... Yasal olmayan bir biçimde ülkesine izinsiz girmiş birisini, yine yasal olmayan şekilde geri postalıyordu... Türk Konsolosluğu'nu aramama engel olmuş, bir de bu yüzden yasaları çiğnemişti... O korkmayacakta kim korkacaktı!..
Binbaşı'nın isteğiyle yanımıza yanaşan diğer Kano'ya geçtim... Bebek yüzlü Kano'daki iki esrarengiz adama Vietnamca bir şeyler söyledi...
*
Kıçtan takma motor çalıştı... Sürati arttı... Gökyüzünde bulutların arasında Hilâl belirdi... Valizime davranıp, ay yıldızlı tişörtümü çıkartıp giymeyi düşündüm... Harekete geçtiğimde Kano'nun ucundaki esrarengiz Vietnamlı bana engel oldu...
*
Kıçtan takma motor bir ara yavaşladı, tıksırdı ve durdu... Az sonra öleceğimi düşünüyordum... Gölün ortasında enseme bir mermi sıkıp, cesedimi suya hayvan leşi gibi atacaklardı... Son sürat giden Kano neden âniden durmuş olabilirdi ki?!..
O bir kaç saniye, bir asır gibi, bitmek bilmedi...
Bulutlar Hilâl'i örttüler...
Başımı öne eğmeden gözlerimi kapattım!..
*
Esrarengiz Vietnamlı valizimi tuttuğu gibi nehrin kenarına fırlattı... Taşıdıkları "yükten" bir an önce kurtulmak istiyorlardı... Kano'dan indim... Arkalarına bakmadan topukladılar... Son sürat gerisin geriye ülkelerine kaçtılar...
Gökyüzü ışıldıyordu... Patika yolda hiç bilmediğim bir Kamboçya Köyü'ne doğru, yarı bilinçsiz ve kızgın olarak yürümeye başladım...
Cem Akkılıç
5 Eylül 2018
Binbaşı'nın isteğiyle yanımıza yanaşan diğer Kano'ya geçtim... Bebek yüzlü Kano'daki iki esrarengiz adama Vietnamca bir şeyler söyledi...
*
Kıçtan takma motor çalıştı... Sürati arttı... Gökyüzünde bulutların arasında Hilâl belirdi... Valizime davranıp, ay yıldızlı tişörtümü çıkartıp giymeyi düşündüm... Harekete geçtiğimde Kano'nun ucundaki esrarengiz Vietnamlı bana engel oldu...
*
Kıçtan takma motor bir ara yavaşladı, tıksırdı ve durdu... Az sonra öleceğimi düşünüyordum... Gölün ortasında enseme bir mermi sıkıp, cesedimi suya hayvan leşi gibi atacaklardı... Son sürat giden Kano neden âniden durmuş olabilirdi ki?!..
O bir kaç saniye, bir asır gibi, bitmek bilmedi...
Bulutlar Hilâl'i örttüler...
Başımı öne eğmeden gözlerimi kapattım!..
*
Esrarengiz Vietnamlı valizimi tuttuğu gibi nehrin kenarına fırlattı... Taşıdıkları "yükten" bir an önce kurtulmak istiyorlardı... Kano'dan indim... Arkalarına bakmadan topukladılar... Son sürat gerisin geriye ülkelerine kaçtılar...
Gökyüzü ışıldıyordu... Patika yolda hiç bilmediğim bir Kamboçya Köyü'ne doğru, yarı bilinçsiz ve kızgın olarak yürümeye başladım...
Cem Akkılıç
5 Eylül 2018
Cem Akkılıç |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder